Liderlik İçi Boş, Şişirilmiş, Para Tuzağına Dönmüş, Dalga Geçilebilecek Bir Kavram mı?

Her şey zıddıyla kaimdir…
Bu felsefi yaklaşıma göre birileri liderlik ne kadar önemli derse birileri de tersini söyleyecek. Çok doğal, normal, anlaşılabilir.
Liderlik başlığında hayli mesai yapan biri olarak, karşıt yazıları da okuyor, bakış açısını anlamaya çalışıyor ve bazı kısımlarına hak da veriyorum.
Bununla birlikte favori gazetem Oksijen’de, profesyonel kariyerimde 1 yıla yakın çalışma imkânı bulduğum, kendisinden çok şey öğrendiğim, her mecrada takip ettiğim, rafine insan Levent Erden’ in liderlik kavramıyla (kendi ifadesiyle liderlik zımbırtısıyla :)) dalga geçerek başladığı makalesini okuyunca ben de karşıt görüşümü paylaşma ihtiyacını hissettim (üstadın makalesinin linki: https://gazeteoksijen.com/yazarlar/levent-erden/merkezkac-151879 ).
Belki de önce liderlik dediğimizde neyi kastettiğimizi netleştirmemiz lazım.
Herkesin Atatürk, Fatih Sultan Mehmet, Gandhi olmasından mı bahsediyoruz?
Kavram, bize İngilizceden (leader/ to lead) geçmiş. İngilizcede etimolojik kökene baktığımızda önden giden, rehberlik edilen, takip edilen tanımına rastlıyoruz.
Şimdi şunu soralım?
Bana karşı hangi duyguyu hissetmiyorsanız beni takip etmez, benimle bir yerden bir yere gelmezsiniz?
Benim yanıtım; güven! Bana güvenmiyorsanız benimle bir yerden bir yere gelir misiniz?
Güvenle ilgili tanımlar hatta formüller var ama bilinen eskisine bakarsak, 2400 yıl önce Aristo, güvenin bileşenlerini mantık ve duygu olarak tanımlamış.
Basmakalıp yönetici – lider karşılaştırmasını referans alırsak, yöneticinin mantık tarafından bir sıkıntı çoğunlukla olmuyor. İsteğinin bir nedeni vardır, bir referansa göre, yaşanmışlık üzerine hareket ediyor olabilir. Peki takip edilebilmesi için gerekli sağlam duygu bağının varlığına ve sağlamlığına dair -mantık kadar- rahat ve güvenli konuşabilir miyiz?
Birinin başkalarının duygularını anlaması ve ona hitap edebilmesi için (duygusal zekâ) önce kendi duygularının farkında olması ve kuşkusuz bu konuda bir şeyler yapması gerekiyor?
Kendinizi ve çevrenizi düşünün lütfen, kaç kişi ben ne hissediyorum, neden hissediyorum, ne zaman böyle hissetmeye başladım, neye ihtiyacım var sorularını soruyor ve yanıtını bulduktan sonra gereğini yapıyor? Başka bir ifadeyle, kendi hayatına yön veriyor, kendi hayatının lideri olabiliyor? Bu soru başka bir soruyu daha getiriyor aklıma: daha kendine liderlik edemeyen başkasına liderlik edebilir mi? Geçmediği yollara rehberlik edebilir mi?
Bir soruyla daha devam edeyim; herkes mi lider olacak?
Mutlu, tatminkâr bir yaşam ve en azından yaşlandıkça huysuzlaşma ihtimalini azaltmak adına yanıtım: en azından herkesin kendi hayatının lideri olabilmesi…
Özetle; en azından kendi adıma liderlik dediğimde kendi hayatına liderlik edebilmeyi, çalışma arkadaşlarıyla pozitif duygu bağı kurabilmeyi ve komut vermeden bir yönde beraber hareket edebilmeyi kastediyorum.
Yaşamın ve yeteneğinin doğasının radikal sayılabilecek şekilde değiştiği, itaat kültürünün etkisinin azaldığı bir dönemde açıklamaya çalıştığım şekilde bir liderliğe, duygu bağı kurabilmeye daha çok ihtiyacımız yok mu?
Müsaadenizle daha önce de paylaştığım bir Inc Magazine makalesine atıfta bulunmak istiyorum.
Yetenekleri çekmeye ve bünyesinde motive, verimli şekilde tutmak için çok kaynak ayıran ve artık kendi literatürünü yazma seviyesine gelen Google, yöneticinin liderlik becerilerini ölçümlemek için ekibe 13 soru soruyormuş, bu 13 sorunun sadece 1 tanesi teknik bilgi, beceriyle ilgiliyken geri kalanlar bağ kurmak, iletişim kurmak, güven vermek, motive etmekle alakalı…
Toplum olarak bu açılardan rahatsak, 21. yüzyılın değişen dinamiklerine hazırsak liderlik hakkında konuşmamıza hakikaten gerek olmayabilir…
Siz ne dersiniz?